Kitap 2 Şubat'ta yayınlandı ve o akşam iş çıkışında Kadıköy'deki YKY dükkanından aldım kitabı. Çok popüler olan bir kitabı hemen okumayı genelde tercih etmesem de, belki de her tarafta bu kitabın reklamını görmediğim için böyle bir çekince yaşamadım. YKY içindeyken, sırada herkesin elinde aynı kitabı görmek ve göz göze gelip minik gülümsemeyle o heyecanı yaşamak güzeldi. Kırmızı bulutlu gökyüzü olan şöyle bir vakitte bitirdim kitabı.
Yine, tuhaf-sağlıksız bir aşk takıntısı var karşımızda. Hikayenin efsanelere bağlanmış olması, bu hastalıklı aşk tasvirini normalleştirmese de, Orhan Pamuk romanına efsane bir anlatım katıyor.
İstanbul elbette yine başrolde. Bir önceki romanında (Kafamda Bir Tuhaflık - BdBG Blog) olduğu gibi; kentsel dönüşüm, şehrin değişen çehresi ve bir anda maddi anlamda zenginleşen yeni kitle ana hikayeyi destekleyecek şekilde romana ekleniyor. Adım adım, metre metre bir kuyu nasıl açılır bunu öğreniyoruz. Bununla birlikte, kitabın tanıtımlarında ve hatta arka kapağında geçen bir "ilk aşk hikayesi" yerine, herhangi bir efsaneyi günlük hayatta gerçek kılacak sıradan olaylar zinciri diyerek tanımlamayı tercih ederim bu romanı.
"...Bu yüzden yazar olmak istiyordum. Yazarken düşünecek, kendi kendime ifade edemediğim resimleri ve duyguları yazıya dökecek[tim]..."
Orhan Pamuk'un yaratıcı hikaye anlatımı bu romanda da öne çıkıyor, fakat bu eserde satırlar dolusu tasvirlere neredeyse hiç yer verilmemiş. Kitabın ilk sayfalarını okurken bile dikkati çeken bu farklı durumun açıklaması ise en son bölümde, Kırmızı Saçlı Kadın üst başlıklı bölümde, yer alıyor. Tüm hikayenin ne amaçla yazıldığını anlamak, ancak bu son bölümü okuduktan sonra mümkün oluyor.
"Zaten dinlediğin hikaye başına geleceği için ona efsane dersin."
Orhan Pamuk hayranıysanız, mutlaka okuyun; yeni nesil romanları seviyorsanız, okumamazlık etmeyin. Ve her koşulda, 200 sayfa boyunca tutkulu bir hikayeye çok yakından tanık olmanın keyfini yaşamak için okuyun.
Hakan Genç
BdBG Blog / 4 Şubat 2016
Bilsek de Bilmeden Gelsek
1 yorum:
Ne zaman bir pide firinina gitsek bizi ayni şey karsilar. "Pide" Olay aynidir. Küçük hamuru uzatip pide yapar firinci. Herkes bilir onun küçük hamur olduğunu ama kimse ilgilenmez hikayesiyle.
Yazma-çizme, sinema,tiyatronun mutfak kismiyla az cok haşır neşir olanlar cok iyi bilir Kral Oidipus'u. ( Bknz.Azınlık Raporu, Naber?-U.SARIKAYA mizah dergisi ilk sayısı) Orhan Pamuk bu sefer bize işin nasıl yapıldığını anlatiyor. Bence bu kitaptan sonra okuyucular artik yazmaya da başlayacak.
Birgün herkes o küreği eline alıp, o hamurdan pide yapmayi deneyecek.
Sevgilerle
PILLI PLAK
Yorum Gönder