25 Temmuz 2015 Cumartesi

Şeytan Ayrıntıda Gizlidir, der 'Başkomser' Ahmet Ümit

{Bu yazı, kitaptaki bazı öyküler hakkında spoilerlar vermektedir.}

Yanılmıyorsam, bir arkadaşımın sosyal medya iletisi ya da blog yorumuydu; aklımda kaldığı kadarıyla mealen: Herkes bir gün, bir şekilde yolculuk esnasında Ahmet Ümit'in bir kitabıyla karşılaşır, demişti. Ahmet Ümit'ten okuduğum ikinci kitap (ilki yine bir yolculuk esnasında, 4-5 yıl önce bana yol arkadaşlığı etmiş olan Beyoğlu Rapsodisi'ydi) da yine bu tespiti durumu doğruladı.

Yanımdaki kitapları tatilde bitirdiğim için, bu yaz yaptığım yolculuklardan birinden dönerken kitapçıda gezinip kısa süre içerisinde almaya karar verdiğim bir kitap. O kadar hızlı bir inceleme sürecim olmuş ki, polisiye roman zannederken kitabın kısa polisiye öykülerden oluştuğunu fark etmemişim bile:)

Günümüz İstanbul sokaklarında geçen her bir hikayede bir cinayet çözülüyor. Hikayeler kısa olmasına rağmen, her bir polisiye vaka eksiksiz anlatılmış ve aynı şekilde cinayetin çözümü de akıcı sunulmuş. Bir polisiye eserde, merak uyandırıcılığın birinci kriter olması beklenirken; burada hikayelerin konuları ve cinayetlerin neden-sonuç ilişkileri daha önem kazanıyor. Ahmet Ümit'in İstanbul tasvirlerinin şehri yaşayan detayları kitaba ayrı bir keyif katıyor. Hikayelerin karakterleri de birbirinden ilginç, kendi kendine çiçek gönderen kadın, mahremiyet uğruna doktor öldüren evlat, ikizini kurban edip özgürlüğüne kavuşan kardeş gibi.

Bu sefer alıntı yapmak yerine, en sevdiğim hikayelerden bahsedersem kitap hakkında daha iyi fikir verebilirim. 'Çin İşkencesi' isimli hikayede, akademik hayatları başarılarla dolu, herhangi bir şiddet olayıyla ya da siyasi grupla ilgisi olmayan sosyoloji alanında bilimsel çalışmalar yürüten üç iyi arkadaşın cinayeti soruşturulmaktadır. Güzel bir kurgu neticesinde, bu cinayetin ünlü bir arabeskçi tarafından işlendiği ortaya çıkar. Araştırmalar sonucunda ele geçirilen deliller gösterir ki, bu üç genç akademisyen toplumu düzeltmek için toplumun rol model kabul ettiği arabeskçiyi öncelikle eğitmeyi planlamış ve bu doğrultuda arabeskçiyi tuzağa düşürüp esir ettikleri gizli bir evde, ona uzun süre edebiyatın önemli eserlerini okumuş, önemli sanat filmlerini izlettirmişlerdir. Arabeskçinin eğitiminin başarıyla sonuçlandığını düşündükleri bir esnada, şarkıcı ellerinden kurtulmayı başarmış ve gençleri öldürerek intikamını almıştır. Yakalandığı zaman ki sözleri ise "Hiç pişman değilim Başkomiserim. İnanın o zulmü size yapsalardı, siz de gözünüzü kırpmadan öldürtürdünüz onları." olmuştur.

'Dilin Kemiği' hikayesinde ise televizyonculuğun ilk yıllarından beri mesleğine aşk derecesinde bağlı olan, beyefendiliğiyle toplumda sevilen ve artık aktif çalışma hayatını bırakmış yaşlı bir sunucunun, güzel Türkçe konuşamayan ve ekranda sürekli şımarıklık yapan genç bir VJ kızı öldürmesi ilgi çekici bir anlatımla karşımıza çıkıyor. Deneyimli sunucu, mesleğin bu şekilde çürütülmesine ve ömrünü adadığı değerlerin ve saygının yıpratılmasına nasıl üzüldüğünü belirterek, topluma ders vermek istediğini söyleyerek suçunu itiraf etmektedir.

Bu iki hikayenin sonunu söylemiş olsam da, buradan da anlaşılacağı üzere kitapta çok sayıda farklı tarz hikaye yer almakta. Keyifle okunacak bir polisiye eser, güzel bir yol arkadaşı.


Temmuz 2015

Hiç yorum yok: